top of page

Suskunluğun İçindeki Yorgunluk: Tükenmişlik Sendromu

Güncelleme tarihi: 2 gün önce

yorgunluk tükenmişlik sendromu halsizlik

“Hiçbir şey yapmasam da yorgunum.” Bu cümle, modern hayatın en yaygın şikayetlerinden biri haline geldi. Bu, kasların değil, adeta ruhun dile gelen yorgunluğudur. Gün boyu koştururken, yapılacak işleri tamamlarken, ekranlara bakarken, mesajlara cevap yetiştiririp enerjimizi tüketirken aynı zamanda içimizdeki bir şeyin de yavaş yavaş eksildiğini hissederiz. Gece uyuruz ama sabah yine de dinlenmiş kalkamayız. Çünkü bu yorgunluk, bedeni aşarak kalbe ve zihne yerleşen türdendir.

 

Tükenmişliğin arkasında çoğu zaman bitmeyen sorumluluklar, sürekli daha fazlasını yapma baskısı ve kendine ayıracak alanın giderek daralması yatar. İnsan, başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışırken kendi ihtiyaçlarını erteledikçe ruhu yavaş yavaş yorulur. Hep güçlü görünme, ‘ben hallederim’ deme çabası da bu yorgunluğu derinleştirir.

 

Tükenmişlik bir gecede olup biten bir durum değildir. Sinsice, adım adım ilerler. Önce, bir zamanlar keyif alınan aktivitelere karşı bir isteksizlik baş gösterir. Dikkat dağınıklaşır, basit görevler bile aşılmaz dağlar gibi görünmeye başlar. Nihayetinde, hayatı mekanik bir şekilde sürdürürken içimizde görünmez bir ağırlık taşır hale geliriz. Bu, ruhumuzun bize “Dur, dinlenmeye ihtiyacım var!” diye fısıldama şeklidir.

 

Bu durumun belki de en zorlayıcı yanı, dışarıdan bakıldığında her şeyin “normal” görünmesidir. İşe gider, sosyalleşir, güleriz. Fakat içimizde, derinlerde, büyüyen bir suskunluk vardır. Bu suskunluğu çoğu zaman fark etmeyiz bile; onun yerine kendimizi daha tahammülsüz, daha kırılgan ve daha kayıtsız buluruz. Tükenmişlik, en yakınlarımızın bile gözden kaçırabileceği sessiz bir misafirdir. Peki, bu sessiz misafirle nasıl başa çıkabiliriz? Cevap, belki de onun sesini duymakta ve kabullenmekte yatar. Yorgunluk, bir zayıflık işareti değil, bir ihtiyacın sinyalidir. Bize hayatı yalnızca “yapmamız gerekenler” üzerinden yaşamak zorunda olmadığımızı hatırlatır.

 

Kendimize ayıracağımız küçük ama anlamlı anlar, bu suskunluğu besleyici bir sese dönüştürebilir. Doğada yapılacak kısa bir yürüyüş, bir kitabın sayfalarına dalıp gitmek, samimi bir sohbet veya sadece hiçbir şey yapmadan geçirilen on dakika… Tüm bunlar, ruhu yeniden beslemek için birer araçtır. Dinlenmek, bazen “hiçbir şey yapmamak” değil, “kendini yeniden hatırlamak” eylemidir.

 

Bu satırları okurken içinizde benzer bir yorgunluğun izlerini hissediyorsanız, bilin ki yalnız değilsiniz. Bu çağın ortak bir deneyimi olan bu his, paylaşıldığında daha hafifleyebilir. Yorgunluğumuzu kabul etmek, bir güçsüzlük değil, kendimize gösterdiğimiz en büyük şefkattir. Tükenmişlik hissi hayatın bir parçası olabilir, ancak orada yaşamak zorunda değiliz. Bedenimizin olduğu kadar ruhumuzun da dinlenmeye, anlaşılmaya ve beslenmeye ihtiyacı var. Belki de bugün, içinizdeki o sessiz dili duymak ve ona kulak vermek için ilk adımı atma günüdür. Çünkü suskunluğun sesini ancak durduğumuzda duyabiliriz ve o ses bize yeniden neye ihtiyacımız olduğunu hatırlatır.




 
 

Klinik Psikolog Çağla Anar

caglaanar1@gmail.com

+90 538 336 60 48

  • Instagram
  • LinkedIn

Terapi Saatleri

Online Seanslar - Hafta İçi

9:00 - 21:00​

Yüz Yüze Seanslar -Cumartesi

10.00-17.00

© 2025 Klinik Psikolog Çağla Anar. Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page